Altınoluk Dergisi, 2022– Mart, Sayı: 433
Es-Sâdık el-Emin
Allah Teâlâ’nın en güzel şekilde yarattığı âdemoğullarına en büyük ikram ve ihsanı, onlara içlerinden model elçiler göndermesidir. Nebîler Silsilesi Hz. Âdem ile başlar ve Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- ile hitam bulur. Efendimiz hâtemü’n-nebiyyin, yani nebilerin sonuncusudur.
Bütün peygamberlerin sahip olduğu ortak özelliklerin başında, es-Sâdık ve el-Emin; sözünde doğruluk ve güvenilirlik vasıfları gelir. Gerek daha özel alanlarda, gerekse toplum hayatının farklı alanlarındaki nizamın, güvenilirliğinin önemli, hatta temel taşı denilebilecek bu iki güzel haslet; sevgili Peygamberimiz için çok daha özel bir alan olmuştur. O sallallâhu aleyhi ve sellem nübüvvetinden önce de, nübüvvetinin devamı sürecinde de hep es-Sâdık/sözünde doğru, el-Emin/her hususta kendisine güvenilen bir insan olarak tescil edilmiştir.
Toplumun çekirdeği aile içinden başlayarak, ticari ve siyasi hayatta, daha da ötede uluslararası ilişkilerde İslâm’ın hassasiyetle üzerinde durduğu husus şüphesiz doğruluktur. Bu hususta da bir mümin için en güzel örnek Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizdir. O’nun sadakatine, önce Âlemlerin Rabbi şahitlik buyurmuş; asırlar önce fem-i muhsininden sadır olmuş geleceğe ait mübarek beyanları modern ilmi araştırmalarla doğrulanmış, düşmanları bile o aziz şahsiyete nefislerinin azgınlıkları ile gerçeği olmayan farklı ithamlarda bulunmalarına rağmen onu yalancılıkla itham edememişlerdir.
Allah Rasulü sallallâhu aleyhi ve sellem mizah/latife yaparken bile doğruyu söylemiş, beşeriyet icabı öfkeyi tevcih edecek bir halde olsun, rıza halinde olsun hep doğruyu buyurmuşlardır. Harpte ve sulhta hep doğruyu söylemiş O Fahr-ı Âlemin yüce şahsiyetinde güvenilirliğini sarsacak hiçbir söz ve davranış görülmemiştir.
Sıdk; sözün öze ve haberin kendisinden haber verilen şeye mutabık, uygun olmasıdır. Övülen bu güzel hal sadece sözde değil, niyet, irade, azim ve amellerde de olur ki her biri özelde ayrı ayrı kişilik hususiyetlerine tekabül eder.
Şüphesiz en faziletli davranış, düşmanın da kabul etmek zorunda olduğu güzelliktir. Allah Rasûlü Efendimiz’in hayatı bu hususta bütün çağlara şamil olacak şekilde özelde müminlere genel olarak bütün insanlığa örnek olacak misallerle doludur. Bu misallerden birkaçı şöyledir:
“…Rivayet edildiğine göre; Bedir savaşının yapıldığı gün Ahnes ibn Şerik -ki daha sonra da İslâm ile müşerref olmuştur- Ebû Cehil ile karşılaştığında:
– Ebu’l Hakem! Şurada senden ve benden başka konuştuğumuzu duyacak hiç kimse yok. Muhammed hakkında ne diyorsun? O ben peygamberim derken doğru mu söylüyor, yalan mı söylüyor?
Ebû Cehil şu cevabı vermiştir:
– Vallahi Muhammed doğru söylüyor, o şimdiye kadar hiç yalan söylemedi.
***
Herakliyus, Mekkeli müşriklerin lideri Ebû Süfyan ibn Harb’e Rasûl-i Ekrem Efendimiz hakkında:
– O zat peygamberlik iddiasında bulunmadan önce kendisini yalan söylemekle suçlar mıydınız? diye sorduğunda Ebû Süfyan:
– Hayır, asla suçlamazdık demişti.
***
Mekkeli bir başka müşrik olan Nadr ibn Haris de Kureyş ileri gelenlerine şöyle demişti:
– Muhammed aranızda büyüyüp yetişti, kendisinden son derece memnundunuz. Aranızda en doğru sözlü, en güvenilir kimse o idi. Şakakları ağarmaya başlayıp da size peygamber olduğunu söyleyince kendisine sihirbaz dediniz. Hayır, vallahi O sihirbaz değildir.
Yüce şahsiyeti böyle emsalsiz bir doğruluk ve eminlik olan aziz Efendimiz ümmetinin de her hususta hayırlı bir ümmet olarak, insanlığın önünde model davranışlar sahibi olmasını şöyle emir buyurur: “Sıdk/doğruluğa dikkat ediniz. Şüphesiz doğruluk birr/iyiliğe götürür, (her türlü) iyilik de insanı cennete… İnsan doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk olarak yazılır… Yalandan da şiddetle sakının, yalan insanı kötülüğe sevkeder. İnsan yalanda devam ettikçe yalanla uğraştıkça da sonunda Allah katında kezzâb; çok yalancı bir kul olarak yazılır.” (Buhari, Müslim)
İlâhî ve nebevî beyanları selim bir akıl ve kalple inceleyen İslam âlimleri, sıdk konusunda özel tasnifler yapmışlar. Sıdkın öncelikli muhtevası es-sıdk maallah yani Allah ile sıdk üzere olmaktır. Ayet-i Kerim’de buyurulur: “Allah’a verdikleri söze bağlı kalsalardı, elbette kendileri için daha iyi olurdu.” (Muhammed, 21) Allah ile sıdk üzere muamele, kulun sözlerinde ve işlerinde Hakkın rızasını araması ve bu uğurda say ü gayret etmesini gerektirir.
Sonra es sıdku maalhak yani yaratılanlarla sıdk üzere muamele gelir. Bu ise içtimai hayatta kulun, doğruluktan asla ayrılmamasıdır. Gerek aile hayatında, gerek ticari ilişkilerde ve gerekse beşeri ilişkilerde nebevi tembih gereği müminlerin hiçbir şekilde yalan ve aldatmaya tevessül etmemeleri gerekir.
Allah Rasûlü Sevgili Efendimiz, küçük çocuğunu eve çağırmak için, “gel yavrum sana bir şey vereyim” diyen sahabi hanıma; “ne vereceksin?” diye sormuş, hanım “hurma” cevabını verince onu: “Dikkatli ol, eğer vermemiş olsaydın yalancılardan yazılmış olurdun.” diye ikaz buyurmuştur.
İnsan sıdk konusunda mesafe kat edip hakikate ulaşanlardan olmalıdır. Mevlana Hamuş hazretleri buyuruyor ki; şeriat, tarikat ve hakikati her işte takip etmek mümkündür. Mesela yalan yasağı malumdur. Bir insan dilini ondan koruyacak olursa bu şeriattır. Ama mümkündür ki, kalbinde yalana bir meyil kalsın onu da koruyabildi mi tarikat meydana gelir. Fakat ne dilinden ne gönlünden, ne arzusuyla ne de arzusuz yalan gelmeyecek, yani insanda yalana mecal kalmayacak olursa bu hakikat mertebesini ifade eder. Şeriattan tarikata, oradan hakikate ulaşmak her mümin için en önemli bir hedef olmalıdır.
Ger dilersiz olasız ümmet tamam/Sıdk ile de es-salât ü ve’s-selâm.