Altınoluk Dergisi, 1988 – Temmuz, Sayı: 029, Sayfa: 007
Müslüman, elde kor taşımak kadar güç de olsa, müslümanca bir hayatı sürdürmek, el ve dil, göz ve kulak başta olmak üzere bütün uzuvlarına ve bu uzuvlarla sıkı bir münasebet halinde bulunan kalb alemine sahip olmak borcundadır.
İnsan dış dünyayı beş duyu dediğimiz bakmak, dokunmak, dinlemek, tatmak ve koklamak suretiyle tanır. İç alemimizde oluşan ve önce bizi inşa eden, sonra da ya bir davranış olarak ya da yeni bir düşünce halinde tekrar dışarıya çıkan his ve fikirlerimiz hep bize bu beş duyumuz vasıtasıyla ulaşmaktadır.
Aynı şekilde insanın İslam ile müşerref olmasına vasıta olan iki duygusu da göz ve kulaktır. Çünkü sonuçta ister iman şeklinde isterse inkar şeklinde kalbde yerleşecek olan bütün da’vetler, genelde insana ya okuyarak göz vasıtası ile veya dinlemek suretiyle kulak aracılığı ile ulaşır.
EVDE VE SOKAKTA
Bize ulaşan hak da’veti kabullenip İslam dairesine girdikten sonra, müslüman kalabilmek ve müslümanca bir hayatı sürdürebilmek için bu uzuvlarımıza sahip çıkmamız ve onları yönlendirmemiz gerekmektedir. Hususiyle günümüzde radyo, televizyon, sinema, tiyatro, basın gibi haberleşme araçlarının büyük bir kısmı gerek görüntüleriyle gerek sesli yayınlarıyla kafa ve gönüllere menfi yönde nüfuz edebilmek için büyük bir taarruz halinde bulunmaktadır. Tekniğin insan eliyle yönlendirilen bu taarruzu yanında, sokak ve caddelerdeki sevimsiz, İslam dışı manzaraları da düşündüğümüzde müslüman gözlerin nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığını tespit pek de zor olmayacaktır.
ELDE KOR TAŞIMAK GİBİ OLSA DA
Bu taarruzlardan korunabilmek için artık kapınızı kapatmakta yetmemektedir. Zira onların bir kısmı büyük bir kitlenin evlerinin vazgeçilmez bir parçası halini almış bulunmaktadır. Göz ve kulak vasıtasıyla gönüllere ulaşmak ve imanda şüphe, ahlakta bozukluk meydana getirmek isteyen bu kötü kanalları tıkamak ve onları ıslah etmek müslümanların en mühim vazifelerinden biridir. Ne var ki bu ıslah sağlanamadığı müddetçe de ferdi sorumluluğumuz bitmemektedir. Çünkü “elde ateşten kor taşımak kadar güç” şartlar altında da olsa her Müslüman; el ve dil, göz ve kulak başta olmak üzere bütün uzuvlarına, sonra da bu uzuvlarla içli dışlı sıkı bir münasebet halinde bulunan kalbine ve kalb alemine sahip olmak borcundadır. Tabiiki dış dünya ile en çok temas halinde olan gözlerimizdir. Dilimize yerleşmiş olan “O’na gözüm gibi bakarım” sözü onların özlemini ne kadar güzel ifade eder…
GÖZÜ KORUYAMAYAN KALBİ KORUYAMAZ
Allah Teala buyurur:
“Şüphesiz, kulak, göz ve kalb… ve insan bütün bunlardan sorguya tutulacaktır.” (İsra/36)
Bu ayet-i celilede umumî bir sorumluluk duygusu telkin edildikten sonra başka ayet-i kerimelerde özellikte gözlerimiz için daha hususi emirler verilmekte ve bu emirlerin Efendimiz tarafından mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara ayrı ayrı tebliğ edilmesi buyurulmaktadır.
Mü’min erkeklere söyle, gözlerini (harama) kapasınlar (Nur/30)
Mü’min kadınlara söyle (onlar da) gözlerini (harama) kapasınlar
(Nur/31)
İmam Gazzalî hazretleri ihya isimli kıymetli eserinde göz konusuna da genişçe yer ayırır ve şöyle der:
“…Gözünü koruyamayan kimse düşüncesini de koruyamaz. Kafasını oraya çevirir. Derken Allah korusun günün birinde bir felaket ile karşı karşıya gelir. Göz zinası insanı gerçek zinaya götürür. Gözünü korumasını beceremeyen kimse kendini de koruyamaz.
İsa aleyhisselam: “Sakın namahreme bakmayın. Zira o bakış kalbe şehvet tohumu eker, bu da fitne olmak için yeter” buyurmuştur.
Resul-i ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- de:
Bakış şeytanın zehirli oklarından bir oktur. Kim Allah korkusundan dolayı namahreme bakmazsa Allah Teala ona kalbinde zevkine varacağı iman nasip eder…”
TASAVVUFÎ TERBİYE’DE
Nefsi kötü sıfatlardan temizleme; tezkiye; kalbi Hak’dan başka her şeyden tasfiye ve ihsan duygusu içerisinde Hakka vasıl olmak diyebileceğimiz tasavvufi terbiye yolunda ise Göze Sahip olmak, ulvî yolun temel ölçülerinden birini teşkil eder.
Hacegan yolunun usul koyan büyüklerinden Abdülhalık Gucdevanî hazretlerinin tarikatın temel ölçüleri olarak te’sis ettikleri sekiz düsturu vardır. Bunlardan birincisi “huş derdem” denilen, alınıp verilen her nefese, kısaca zamana sahip olmak melekesi, ikincisi de “nazar ber kadem“dir.
Nazar ber kadem, göz ayağa bakacak manasınadır. Hak yoluna giren salik; şehirde sahrada, yolda her yerde gözünü ayağından ayırmayacak yani daima yere ve önüne bakacak, onu başıboşluktan, dilediği yere bakmaktan koruyacaktır. Bu ölçüde, göz nereye değerse oraya akan gönlün perişanlıktan kurtarılması ve daima kendi iç alemine bağlı kalması hikmeti gizlidir.
Bu taife için en mühim iş gönlü yabancılara kapamaktır. Bu da ancak göze sahip olmakla mümkündür.
Hace Muhammed Parisa (vefatı hicrî: 822) kuddise sirruh şöyle buyurur:
“Allah ile kul arasında perde, dış suretlerin gönülde nakış ve yer etmesidir. Bu nakışlar perişan sohbetler ve türlü renkler ve şekiller yüzünden çoğalır. Ne kadar mihnet ve meşakkat karşılığında olursa olsun bu nakışları silmeğe çalışmalıdır. Güzel suretlere dalmak, hoplatıcı nağmeler ve sazlar dinlemek o nakışları harekete getirir ve coşturur. Bunların hepsi birden Allah’tan uzaklık ve gafleti da’vet eder. Talib, muhakkak bunlardan kurtulmalıdır. Gerektir ki, hayali azdıran şeylerden uzaklaşıp saf bir gönülle Allah’a yönelinsin. Allah’ın adeti o hikmet üzerindedir ki, mihnet ve meşakkat olmadan, hissî lezzet ve şehvetleri yenmeden bu ma’na ele geçmez. Müminin istediği rahat ahirettedir. Bu fanî sarayda ızdırap çekmekten ne şikayet!.. ötesi ebedî rahattır…”
Mevlana Sa’deddin Kasgarî (Vefatı: hicri/860) hazretleri de ayni, manayı teyit babında, bir bahar günü yakınlarına şu dörtlüğü okurlar.
Yolumuz yar ile gül bahçesine uğradı Ben gafletle güle bakma, yar dedi ki:
Muhabbetin şartı bu mudur? Utan yaptığından
Ben varken güle bakmak nasıl elinden gelir?..
Eğer bahar seyrine çıkıp, gördüklerinizden haz edecek olursanız, Allah’tan gafil oldunuz demektir. Haz etmeyecekseniz o halde gitmeğe sebep ne? Hak gayrine yok de ve kurtul…
Muhammed bin Abdullah Hani de şöyle anlatır:
Hak yolunun isteklisi yolda yürürken önüne bakarak yürümeliki gözü etrafa takılmasın. Çünkü göz etrafa takıldıkça kalb perdelenir. Daha işin başında olan zakir’in bakışı bir yere takılırsa kalbini meşgul eder derhal tefrikaya ve vesveseye tutulur. Bunun için bilhassa ağyar (yabancı) yüzlere bakmamalıdır. Süfiyye hazeratına göre ağyarın yüzüne bakmak büyük zararlara yol açar. Safî kalpler cilalanmış aynalar gibidir. Eğer ağyar (yabancılar)ın yüzüne bakılırsa onların katı kalplilikleri, kötü ahlakları ve bozuk fikirleri aynen salikin kalbine akseder. Bu ise bir salik için son derece tehlikelidir. Bir de güzellerin yüzlerine bakmamalıdır. Çünkü (helal olmayan) “bakmak şeytanın oklarından bir oktur.” kime bu ok isabet ederse O Allah yolunda fitneye düşmüş olur. Hak yoluna giren (salik) bu oklardan kurtulmak için gözleri yerde, ayaklarının ucuna bakarak yürümelidir.
YOLDA KALMAMAK İÇİN
Bu ilk ve mühim mananın yanında, nazar ber kadem: göz ayakta sözü, Hak yolcuları için himmet ve gayret yüceliğini de ifade eder. Nasıl bir hedefe ulaşmak için çok süratli koşan kimse bir yere takılıp düşmemek için son derece dikkatli olup o esnada önünden başka bir yere bakamazsa Hak yolcusu da yolda kalmamak için bütün nazarını Hakk’a ve O’nun rızasına tahsis etmelidir.
Ve nihayet bu şekilde bir yürüyüş tevazu eseri ve peygamberimizin sünnetine uymaktır. Mütekebbirler burnu havada dimdik yürürken tevazu sahihleri başları önlerinde yürürler. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz yürürken sağa sola bakmaz, ayaklarının ucuna bakarak sanki yokuştan iniyormuş gibi yürürlerdi:
Son olarak şunu da belirtelim ki, “Allah rakibdir” yani kullarını görmekte ve gözetmektedir. Derin mü’min bütün hareketlerine bu idrak içinde yön vermelidir… Özellikle ma’nevî kemal yolunun isteklisi insanlar için göz ve gönle sahip olmak hususunda daha da dikkat edilecek incelikler bulunmaktadır. Nitekim Nefahatu’l -üns adlı kıymetli eserin müellifi Mevlana Abdurrahman Camî (doğumu hicrî/817, vefatı hicri/898) hazretlerinin talebelerinden biri şöyle anlatıyor:
Bir gün Mevlana Cami hazretlerini ziyaret etmek üzere şehirden çıkmıştım. şehir dışında bir tekke yanında bir güzele rastladım. Bu çarpıcı güzelliğe bir iki kere gözlerimi dikmekten kendimi alamadım. O sırada yanımdan şehre sırtında öteberi taşıyan bir adam geçti. Adamın sırtındaki bohçanın ucu gözüme öyle bir dokundu ki, beni gözümden okla vurdular sandım. Tekkenin eşiğine oturdum ve yaş akan gözümü dakikalarca kurutmaya çalıştım. Sonra kalkıp Mevlana Cami hazretlerinin hizmetine vardım. Yakınlarıyla mescidde oturuyorlardı. Bir köşeye çekilip ben de oturdum. Bir lahza sonra mübarek başlarını yukarı kaldırıp dediler ki:
Bir derviş, Ka’be tavafında bir güzele bakmış. Birden bir el peydahlanıp dervişin yüzüne bir tokat indirmiş ve bir zaman dervişin gözyaşı dinmemiş. Peşinden de bir ses gelmiş: Her bakışta bir tokat… Gözünü dikmekte devam edersen biz de seni tokatlamakta devam ederiz!..” Ve bana bakıp ilave ettiler:
Kişi uygunsuz yerlere bakmaktan sakınmalıdır…” (1)
Kaynaklar: * İman Gazalî/İhya – Muhammed b. Abdullah Hani/el – bahçetü’s – seniyye (adab) * Mevlana Ali b. Hüseyin / Reşehat Can Damlaları (N.F.K.) * .İsmail Hakkı Bursevi/Tefsir u Ruhu’l – beyan