Altınoluk Dergisi, 1988 – Aralık, Sayı: 034, Sayfa: 006
Hazreti Peygamber -sallallahü aleyhi ve sellem- ilk cum’a namazını hicret yolunda, Medine’ye yaklaşırken Salimoğulları yurdu Ranûna Vadisi’nde kıldırıyor. Saadet çağı mü’minleri, bu ilk cum’ada, hazreti peygamberi dinlerken, O da bütün asırlara ışık tutarak İslâm toplumunu ayakta tutacak ana hasletlere işaret buyuruyor:
Ey Nâs! Sağlığınızda ahiret için tedarikte bulununuz. Muhakkak bilirsiniz ki, kıyamet gününde birinin başına vurulacak, çobansız bıraktığı koyundan sorulacak. Sonra Cenab-ı Hak O’na diyecek; Tercümanı yok, perdedârı yok bizzat diyecek ki; Sana benim Resûlüm gelip de tebliğ etmedi mi? Ben sana mal verdim, sana lütuf ve ihsan ettim. Sen kendin için ne tedarik ettin? O kimse de sağına soluna bakacak bir şey göremeyecek öyle ise; Her kim kendisini velevki bir yarım hurma ile olsun ateşten kurtarabilecekse hemen o hayrı işlesin. Onu da bulamazsa bari güzel kelime ile kendini kurtarsın… Zira onunla bir hayra on mislinden yediyüz misline kadar sevab verilir…(1)
Bu ilk cum’adan, bir iki gün önce aynı yolda Hazreti Peygamber emriyle kurulan ilk mescid, Kuba Mescidi…Takva temelleri üzerine inşa edilirken, bu ilk cum’a ile inşasına başlanılan, İslâm toplumu da; çobansız hiçbir sürü bırakmamak, yarım hurma ile de olsa hep iyilik ve hayır düşüncesi üzerine olmak, artık o da bulunamazsa o zaman sevgiyle ve güler yüzle mü’min kardeşini kucaklamak duyguları üzerine kuruluyordu… Hemen gönüllerde taht kuran bu güzel duygularıyla ki; az sonra Medine de bir taraftan ensar – muhacir kardeşliği kuruluyor, bir taraftan da “işte malımın tamamı, çoluk çocuğumu ise Allah’a ve Resülüne havale ettim” diyebilecek kadar fedakârlık örnekleri görülüyordu…
Daha sonraları ise bu hayır duygularını kalıcı hale getirmek için yeni müesseseler kuruluyor. Resül-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem Efendimiz Medine-i Münevvere’de malik olduğu yedi parça akarını vasiyet yoluyla vakfedip, buralarda mü’minlerin fakir olanlarının oturmalarını şart ediyor.(2) Resül-i Ekrem’e tabi olarak da Ashab-ı Kiram birçok vakıflar kuruyorlar. Bilhassa Hazret-i Ömer -radıyallahu anh- Hayberde malik olduğu “Kasm” adındaki pek kıymetli hurmalığını Peygamber Efendimizin tavsiyeleri üzerine vakfetmişlerdi. Hazret-i Ebu Bekr Hazret-i Osman ve Hazret-i Ali’nin de vakıfları vardı.
Hulefa’i Raşidin’den sonra Emeviler, Abbasiler ve diğer İslâm hükümdarları, emirleri bilhassa Osmanlılar tarafından pek çok ve pek mühim şeyler vakfedilmiş, pek muazzam hayır müesseseleri meydana getirilmiştir.(3) Bütün bu vakıfların gayesi ma’nevî kurbiyeyete, ilahî rızaya nail olmak niyyet-i halisanesidir. Diğer bir tabirle dünyada hayırla anılmak ahirette de Hak Teâlâ’ya yakınlaşmağa nail olmak arzusudur. Bu güzel duygu ile:
Yaşanılan toprakların bir İslâm diyarı olduğunu yar ve ağyara ispat için camiler, mescidler, kırlarda musallalar, namazgahlar.
İlim ve irfan yurdu, ibadet ve taat bucağı olarak medreseler, kütüphaneler, zaviyeler, ribatlar ve dergahlar.
İnsanlığın en önemli ihtiyacını temin için çeşmeler, sebiller, sarnıçlar, havuzlar, kuyular ve göller.
Müslümanların kalblerindeki lütuf ve keremin, şefkat ve merhametin bir göstergesi olarak, kervansaraylar, hastahaneler, müslümanların defnedilmesi için hazireler, kabirler, zayıf hayvanların otlamaları için mer’alar ve çayırlar bina ve inşa edilirken ve tarihimize mal olmuş, kısa bir fetret devrinden sonra da yeniden hayat bulmaya başlamış vakıflarımızın bu müesseselere bağlı olarak veya onlardan ayrı olarak tarih içinde gördükleri içtimai hizmetleri bilhassa çok iyi tanımamız gerekir, Öyleki “Zerre miktarı biri hayrın karşılığının mutlaka görüleceği”(4) inancı kişilere akla ve hayale gelmiyecek hayır yolları buldurmuş ve bunlar için özel vakıflar kurulmuştur. Bir çoğu günümüzde unutulan fakat toplumumuz için bu gün de önemli bir ihtiyaç olan bu hizmetleri de şöyle sıralamak mümkün.
Camilerde tefsir, hadis, fıkıh okutulması, gene camilerde ve türbelerde Buharî, Müslim, Şifa-i Şerif, delâil-i hayrat okunması, fakir okul çocuklarına Nebe ve Mülk Sürelerinin alınması, Kur’an-ı Kerim hatmeden çocuklara birer miktar para dağıtılması.
Ramazan-ı Şerifte ve sair mübarek gecelerde akşamleyin camilerde cemaate hurma, zeytin, su dağıtımı hizmetleri.
Fakirlere vakit vakit bilhassa Ramazan-ı Şerifte para ve erzak dağıtmak, fakir kızlara çeyiz hazırlamak, fakir cenazeleri kaldırmak, yetim ve yoksul çocuklara, fakır dul hanımlara bayramlık giyecek satın almak, desti ve bardak gibi şeyleri kıran hizmetçileri serzenişten kurtarmak için kırdıkları şeylerin benzerlerini hemen alıvermek, borçtan dolayı hapsedilenlerin borçlarını ödeyerek, onları hürriyete kavuşturmak gibi hizmetler.
Yolculara yardım etmek, esirleri azat etmek, azat edilmiş köle ve cariyelere yardım etme hizmetleri.
Mushaf-ı Şerif ve diğer ilmî, dinî kitapların yazılması, alınması, tamir edilmesi ve diğer hayır müesseselerinin yaşayabilmesi için ortaya konan hizmetler…
Bütün bu vakıf şartları bize, İslâm’ın hakim olduğu toplumlardaki şefkat, merhamet ve hayır duygularının ne kadar geliştiğini İslâm’da insaniyete ve hürriyete ne kadar önem verildiğini ve bizden öncekilerin, gelecek nesilleri ne kadar düşündüğünü ve nasıl sadakalarının birer rahmet gölgesi olarak devamını temin etmek istediklerini gösteriyor.
Burada tatlı birer tarihi hatıra olarak, hayırla anılmağa ibret alınmağa vesile olmak üzere vakfiyelerden bazı bölümler sunalım: (5)
Büyük Ayasofya yakınında, Kemal ağa kızı Zeynî Hatun h: 996 tarihli vakfiyesinde diyor ki:
“Her sene merhum Mustafa Çelebi mektebinde mevlid-i şerif okunup fakirlere ikram edilmek üzere yemek hazırlanıp fukaraya dağıtılan her sene Ramazan-ı Şerifte, adı geçen mektepte okuyan çocuklara elbise ve ayakkabı alınıp bayramda giydirile… Ve yine elbise satın alınıp dul ve fakire hatunlara dağıtıla… Ayrıca okuldaki çocukları kış günlerinde ısıtmak için odun satın alına…”
* * *
977 hicri tarihli Molla Çelebi vakfiyesinde deniliyor ki;
“Her sene üç yetim kız çocuğuna aynen o sınıftaki kızlar gibi çeyiz satın alına..”
* * *
1300 hicri tarihli İznik’te Mehmed Kethüda vakfiyesinden:
“Her gün sabahleyin fukaraya ekmek ulaştırıla..”
* * *
Anadolu Hisarı’nda, Kili Nazırı Mustafa Ağa vakfiyesinden:
“İstanbul’da borcundan dolayı hapsedilenlerin borçları ödenip hapisten kurtarıla… “Aynı şekilde “şer’i i’lâm ile iflas ettiği için hapsedilenlere yardım edilip hapisten kurtarıla…”
* * *
Nakîbü’l-eşraf Es’ad Efendi vakfiyesinden:
“Vakıf gelirlerinin yarısı, bir nefer kız cihazına, gayet elzem ve uzak yerlerde olup devlet ricalinin geçmediği sokak kaldırımlarına, İstanbul İskeleleri ile Anadolu ve Rumeli taraflarındaki iskelelerde yerleşmiş yaşlı ve fakir hamallara kömür ve odun parası olarak harcana…”
İsviçre Medeni Kanunu esas alınarak hazırlanan Türk Medeni Kanunu’nda önceleri vakıf kelimesine bile yer verilmeyip insanımızın hayır duygularının müesseseleşmesine fırsat verilmemiş, daha sonraları ise medeni kanunda yapılan bir değişikle tekrar “vakıf” kelimesi benimsenerek hayır ve hizmet arzularına yol açılmıştır.
Son yıllarda memleketimizin her yerinde, Hakk’ın rızasını tahsil için halka hizmet duygularıyla kurulan vakıflar, hep yazımızın başında sunduğumuz “Allah bir hayra on mislinden yediyüz misline kadar sevap verir” şeklindeki peygamber müjdesinin mutlu mahsulleri olsa gerektir… Müslüman olarak hangi şartlar altında olursak olalım bir hayır unsuru olarak yaşamak durumundayız.. Velev ki bir yarım hurma ile olsa, velev ki bir gülücük ve tebessümle olsa… Ve ümmetimizi de bu duygularla hayırlı bir ümmet halinde yeniden inşa etmek borcundayız. Çünkü “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz”(6) buyruluyor. Evet şimdi insanlık bu “hayırlı ümmetin” Tıpkı Ranûna Vadisi’nde ilk Peygamber hutbesini dinleyen hayırlı ümmet gibi… Yeniden kuruluşunu ve onun getireceği hayırları bekliyor…
Dipnotlar : 1-Tahirü-l-Mevlevi, Müslümanlığın Medeniyete hizmetleri. 2– Ömer Nasûhi Bilmen, Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu Cild:4. 3– Aynı eser. 4– Zilzal Suresi: 7. 5– H. Baki Kunter, Türk Vakıfları ve Vakfiyeleri. 6- Al-i İmran: 110