Altınoluk Dergisi, 2022– Mayıs, Sayı: 435
Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in mübarek hayatında en önemli zaman dilimi şüphesiz Ramazan ayı idi. O’nun için Ramazan bir terbiye ve kulluk mektebi idi. Bu mektebin mürebbî ve muallimi Kâinatın Efendisi, talebeleri Allah’ın kendilerinden razı olduğu Ensâr ve Muhâcirdi. Mektebin programı Rasûlullah Efendimiz’in tebliğ ettiği Vahy-i İlâhi, sonra da Zât-ı Risâletlerinin sözleri, fiilleri ve halleri ile uygulamaları idi. Bu mektebin adeta şeref misafiri de Cebrâil aleyhisselam idi.
Bir mektebin programları, o mektebin öğrencilerini hayata hazırlar. Öğrenim ve eğitim hayatında başarılı olanlar, bu başarılarını hayata taşıyabildikleri ölçüde yeni güzelliklerle buluşurlar. Biz de şimdi geride bıraktığımız Ramazan mektebinin programını Ramazan sonrasında nasıl muhafaza ettiğimizi tefekkür etmeliyiz.
Yüce Rabbimiz, insana ârız olabilecek gönül darlığının, ancak Cenab-ı Hakk’ı hamd ederek, tesbihe ve secdelere devamla giderilebileceğini ve bu ibâdet şuûrunun kesintisiz olarak son nefese kadar devamını sevgili habibine şöyle emrediyor:
“(Ey Habibim!) Andolsun, biliyoruz ki, onların söyleyip durduklarından göğsün cidden daralıyor. (Bu durumda) sen hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol. Sana ölüm gelinceye kadar da Rabbine ibâdet (kulluk) et.” (Hicr, 97-99)
Âyet-i kerimeler tesbih, tahmid ve secde ile başlayıp bütün kulluk tezâhürlerini kendisinde toplayan “ibâdet” kelimesi ile tamamlanıyor. “İbâdet” Allah’ın râzı olduğu bütün fillerin kul tarafından yerine getirilmesi olarak tarif edilir. Bu takdirde Âyet-i kerîmenin manası şöyle olur: “Canlı olduğun müddetçe, bir an bile ayrılmaksızın, devamlı olarak O’nun kulu olduğun şuuruyla hareket et.” Bu durum tıpkı İsa aleyhisselâm’ın: “O (Allah) bana canlı olduğum, yaşadığım sürece namazı ve zekâtı emretti, beni anneme saygılı kıldı.” (Meryem, 31, 32) demesine benzer.
İbadetin hiçbir şekilde ölüm dışında bir sonu olduğu düşünülmemelidir. Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: “Bana mal biriktirip tâcirlerden olmam vahyedilmedi. Fakat bana “Sen şimdi Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol! Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibâdet et” diye vahyedildi.” (Deylemî)
Yüce Rabbimiz, kendisine itaat ve kullukta son nefesimize kadar sebatkâr olmamızı emrediyor. İnsan kulluğu mevsimlik işçilik derecesine düşürmemeli, alıp verdiği her nefeste ve her mekânda Rabbinin kendisi ile beraber, O’na şah damarından daha yakın olduğu şuuru ile üzerindeki kulluk sorumluluğunun devam ettiğinin idrakinde olmalıdır.
İnsan, sadece dünya merkezli olarak, uzun emeller içinde bir hayatı öncelediğinde, manevî enerji merkezlerinden uzaklaştığında ibadet ve taatlara karşı ilgisini de kaybeder. Buna mukabil güzel vesilelere sarıldıkça da kulluk muhabbeti artar. Bu vesilelerin başında Cenab-ı Hakk’a kulluğunun devamı hususunda yapacağı samimi dualar gelir. Zira Rabbimiz samimi dua edenin duasına icâbet eder. Cenab-ı Hakk’ın sevgisine mazhar olmuş seçkin kullar, Yüce Rabbimize daima dua ile iltica halinde yaşarlar. Kalblerinin kaymaması, ibâdet lezzetinin kaybolmaması için devamlı bir yakarış iklimindedirler.
Hz. Âişe annemiz rivâyet ediyor: Hazreti Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- daima:
اَللَّهُمَّ يَا مُقَلِّبَ الْقُلُوبِ ثَبِّتْ قَلْبِى عَلَى دِينِكَ يَا مُصَرِّفَ الْقُلُبِ صَرِّفْ قَلْبِى عَلَى طَاعَتِكَ
“Ey Allahım! Kalbimi dâima senin dinin üzerine sâbit eyle. Ey kalblere tasarruf eden, kalbimi sana taatta eyle” diye dua ediyordu. Yâ Rasûlallah görüyorum ki en çok bu duâya devam ediyorsunuz diye arz ettiğimde Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- “Ey Âişe, kalbler, Rahman olan Cenab-ı Hakk’ın tasarrufu altındadır.” buyurdular.
Efendimiz’in bir başka ilticâsı ise “Allahım! Beni (hep) hidâyette eyle ve hidâyet (yollarını) bana kolaylaştır” idi. Allah Rasûlü’nden her gördüğünü aynen yapmak hususunda müstesna bir örnek olan Abdullah ibni Ömer -radıyallahu anh- de: “Allahım! Kolaylıkları bana kolaylaştır, zorlukları benden uzaklaştır.” diye dua ederlerdi.
Güzel vesilelerin bir diğeri ibadetlerin çok çeşitliliğidir. Bedenle ifa edilen, malla ifa edilen, kalble yapılan ibadetler vardır. Kul bunlardan gönlüne hoş gelen bir kısmına sarıldıkça, Rabbi kuluna diğer ibadetler için de yol açar, sevgi verir. Bu sebeple Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- sahabisine: “Bugün kim oruçlu? Bugün kim bir cenazeye tabi oldu? Bugün kim bir ihtiyaç sahibini doyurdu? Bugün kim bir hastayı ziyaret etti?” diye sorar, bu soruların hepsine Ebûbekr sıddık -radıyallahu anh- hazretleri müspet cevap verirlerdi. Görülüyor ki Allah Rasûlü’nün bu sorusunda hem hasta ziyareti, cenazeye tabi olmak gibi bedeni ibadetler, diğer taraftan da yoksula yedirmek gibi mâlî ibadetler bulunmaktadır. İnsan bunlardan bir veya bir kaçına muvaffak olduğunda diğerlerinin de ifası için gönlünde muhabbet kanalları açılmış olur.
Bir diğer güzel vesile peygamber kıssalarını okuyup onları daima göz önünde bulundurmaktır. Zira Rabbimiz, “Ey Nebi! Peygamberlerin haberlerini sana aktarıyoruz ki senin kalbinde de pekişsin (sâbit kalsın). Bunlardan sana bir hak (gerçek) mü’minlere de bir öğüt ve hatırlatma gelmiştir.” (Hûd, 120) buyurmaktadır.
Ramazan ayı bitti, ama Kur’an’la meşguliyet bırakılamaz. Camilerimiz açık, buralara devam terk edilemez. Yine diğer ibadetler de aynı ecir ve sevapla ifaya hazırdır, ihmal edilemez. Rabbimiz bütün günlerin, ayların ve senelerin Rabbidir. Bizler de her günde, her ayda, bütün seneler de, son nefesimize kadar O’nun ubûdiyyetle mes’ul kullarıyız.
Rabbimiz buyuruyor: “İpliğini iyice eğirip büktükten (her şeyi en güzel şekilde yaptıktan) sonra tekrar çözüp bozan (eski haline dönen) kadın gibi olmayın.” (Nahl, 92)
Efendimiz’in bütün farz ibadetlerde bir nâfile uygulaması var. Namazlarda sünnetler, oruçta Şevval orucu, zekât yanında infak, Hac da umre şeklindeki bu nebevi sünnet bize şunu ihtar ediyor ki farzdan sonra ibadet neşesinden kopmayıp, ibadetin manevi hazzını devam ettirmek gerekir.
Bişr-i Hâfi hazretlerine: “Efendim bir kısım insanlar Ramazan’da ibadetlerini artırıyor, amellerini çoğaltıyor, ay bitince de onları terk ediyorlar denildi. O ise: “Allah’ı sâdece Ramazan’da tanıyıp bilen bu insanların durumu ne kötüdür” diye cevap verdi.
Ramazan sonrasında bir çözülmeye maruz kalmamalı, bu mübarek ayda kazanılan ibadet disiplini, infak seferberliği, Kur’an’la ilişki, nefisle cihad ve sabrı daha kalıcı şahsiyet özellikleri olarak korumalı ve aşkla devam ettirmeliyiz.
Ger dilersiz, akıbet hayrın tamâm
Sıdk ile de, es-salât ü ve’s-selam.