Muhterem Abdullah Sert ile… Ramazan: Her Yanı Doldurulması Gereken Bir Petek
Altınoluk Dergisi, 2021– Nisan, Sayı: 422
- Biliyoruz ki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz her mevzuda üsve-i hasenedir. Ramazan ayı hususiyetinde Allah Rasûlü’nün bu vasfını nasıl misallendirebiliriz?
Abdullah Sert: Ramazan deyince hatırıma ilk gelen Allah Rasûlü Efendimizin Ramazan’ı özlemesidir. Ta iki ay önceden Efendimizin önünde bir Ramazan gündemi, Ramazan’a kavuşmak arzusu oluşuyor. Allah Rasûlü’nün gönlünde Ramazan farklı, çünkü hem Rabbi, hem kullar, hem de kendisine vahiy getiren melekle ayrı bir programı var. Efendimiz bir kere Rabbi ile olan ilişkisinde kıldığı farz namazların haricinde bir de teravih kılıyor. Namaz hem artıyor, hem de farklılaşıyor. İkincisi, Kur’an’la ilişkisi çok farklılaşıyor. Ramazan’da mukabele dediğimiz okumalar yapılıyor. Ramazan’da Efendimizin kullarla ilişkisinde de farklı bir boyut var. O sallallahu aleyhi ve sellem Tahirü’l-Mevlevi’nin tabiriyle “eshal enbiya”dır; yani “bütün nebilerin en cömerdi, en sahîsidir”. Hazretin böyle bir tabiri var ki çok hoşuma gider. Bir de yine Peygamberimizi anlatırken bir yerde “eşce’ul enbiya” diyor; bu da “peygamberlerin en cesaretlisi” demek.
Peygamberimiz, Ramazan’da sahabenin naklettiğine göre Cibril ile buluştuğu ve Kur’an’ı mukabele ettiği için şükrane olarak yağmur taşıyan bulutlar gibi cömertliğini arttırırdı. Hâsılı oruçtaki o manevi güzellikler, Efendimizin o güne kadar inen Kur’an ayetlerini tekrar Cebrail ile mukabele etmesi şeklindeki Kur’an ilişkisi, Ramazan’ın sonuna doğru tamamen dünyadan bir noktada kopup Rabbine çok önemli ve özel bir yönelme diyebileceğimiz itikâf sünneti ve bunlarla beraber bir de Efendimizin her tarafa rahmet gibi ikramlar saçması… Sanki bir dağın zirvesine çıkış gibi… Bir yürüyüş… Böyle gittikçe hassaslaşıyor ve Kadir Gecesi’nin olduğu son 10 gün artık bütün dış alakalardan kendini iyice kapatıp teksif oluyor.
Allah Rasûlü, Ramazan’ı adeta her yanı doldurulması gereken bir petek gibi görüyor. Tabii ki bütün hayatı öyledir ama bunu Ramazan’da daha ciddi bir şekilde müşahede ediyoruz. Oruç, insanı damıtan bir ibadettir. Özünü, ruhunu ortaya çıkaran, o kesafeti dağıtan ve insanın maddi varlığından daha çok ruhi varlığını ortaya çıkaran bir ibadettir. Efendimizin Rabbi ile olan ilişkisi çok farklı bir ilişkidir ama bizlere tavsiye ettiği de kendimizi toplamak, hem gözümüzü, belimizi ve dilimizi dış alakalardan kurtarmaktır. Havatır dediğimiz gönlümüzün içinde dolaşan lüzumsuz bilgilerden kendimizi kurtarmak ve Kur’an-ı Kerim’de “inabe” diye geçen “yöneliş”e muvaffak olmak Ramazan’da hedef olmalıdır diye düşünüyorum.
- Bu noktadan bakıldığında Ramazan’daki gâyemizin mânevî terakki, husûsen de Cenâb-ı Hakk’a yaklaşma olduğunu söyleyebilir miyiz?
Abdullah Sert: Kur’an-ı Kerim’de ibadetle ilgili bazı ayetlerin sonunda “lealleküm-umulur ki” ifadesi geçer. Oruç ile ilgili ayetten sonra da “lealleküm tettekun-umulur ki takvaya erersiniz” ifadesi gelmiştir. Takva kelimesi aslında korunmaktan geliyor. Oruçla “umulur ki size zarar verecek, hatta mutasavvıfların anlayışıyla Rabbinizle sizin aranıza gelecek her türlü hicaplardan, perdelerden kurtulabilirsiniz” manası verilebilir. Oruç, ruhi kıvamda ve kalbi teksifimizde bizi belli bir yere getiren bir ibadettir. Yalnız şunun altını çizmek lazım: Cenâb-ı Hak bize hangi halde olursak olalım fıtri ihtiyaçlarımızın yine o ilahi sınırları içerisinde görülmesine müsaade ediyor. Yani Cenâb-ı Hak bize beşeri sıfatımızın tahammül etmeyeceği bir şeyi emretmiyor. Gerek aile hayatımızla ilgili, gerek günlük ihtiyaçlar ve onlarla ilgili sınırlamalar dışındaki zamanı ve mekânı bizim en güzel şekilde değerlendirmemiz emrediliyor. Beşeriyet sıfatından tamamen çıkmıyoruz. Yine yiyoruz, içiyoruz, beşeri ihtiyaçlarımızı görüyoruz. Bunun yanında bu mübarek ayla bize daha farklı bir yol açılmış oluyor.
- Peki efendim, başta Ashab-ı Kiram olmak üzere Hak dostları Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin Ramazan hayatını nasıl örnek almışlar? Biz de onlara bakarak kendimize nasıl çeki düzen verir, ne tür dersler çıkarabiliriz?
Abdullah Sert: İslam’ı bize bugüne kadar taşıyan, sahabeden başlayarak bütün ulemaya şu mübarek günlerde Rabbimizin rahmetini niyaz ederiz. Tabii ilk örnek nesil ashâb neslidir. Onlara Rasûlullah Efendimizle beraber olmak nasıl bir haz veriyor ki onlar hep ona benzemeye çalışmışlar. İslam ümmetinin önündeki en müstesna örnek o sahabelere baktığımız zaman şunu görüyoruz; bir gazaya gidiyor, sefere çıkıyor, oruçluyken yolda ne olacak, başımıza ne gelecek, düşmanla nasıl çatışacağız gibi sorular gündemlerinde bulunmuyor. “Hadi oruç tutalım” diyorlar, hâlbuki sefer halindeler. Cenâb-ı Hak müsaade etmiş; hastaysanız, yolcuysanız oruç tutmayabilirsiniz. Ama oruç mutlak senin için daha hayırlıdır. Herhalde hayrı kaçırmak istemiyorlar. Namazın seferiliğinde böyle bir durum yoktur; namazın seferiliğinde “ben daha hayırlı olayım, öğleni 4 rekât kılacağım” demiyoruz. Ama oruçla ilgili sahabenin radıyallahü teâlâ aleyhi ecmain uygulaması budur.
Yine Peygamber Efendimiz oruçluya ikram etmenin sevabından bahsediyor değil mi? Hâlbuki bakıyorsunuz hepsi oruçlu insanların. Hani bir kısmı oruç tutar da, oruç tutmayanlara dersiniz ki siz de sevaba girmek için ikram ediniz. Ama hepsi oruç tutuyor ve yine hepsi oruçluya ikram etmek istiyor. Hz. Ali ve Hz. Fâtıma kıssası vardır. İnsan Suresi’nde geçen şu ayet bu kıssa üzerine inmiştir: “Derler ki: ‘Biz sizi Allah rızâsı için doyuruyoruz. Yoksa sizden ne bir karşılık bekliyoruz, ne de bir teşekkür. Çünkü biz o asık suratlı, çatık kaşlı, korkunç ve dehşetli günde Rabbimizin azabından korkarız.’” (İnsan, 9-10)
Tam iftar vakti yaklaşmış. Sofraya oturmuşsunuz. Gıda da kıt. Dolapta gerisi de yok. Birisi geliyor. O bizden daha muhtaç diyorsunuz ve tek gıdanızı ona veriyorsunuz. Ve bu üç gün devam ediyor. İnsanın bir bardak suya, bir hurmaya ihtiyaç halindeyken dahi önce başkasına vermeyi istemesi İslam’ın o diğerkâmlık ruhunu temelleştiren bir husustur.
Kitaplarda sâlihlerin oruç adabından bahseden bölümler vardır. Denir ki onlar oruçlarını, nefislerine yasak olan şeylerden korurlar ve sonra da gönüllerini korumaya çalışırlar. Bunu da en çok Ramazan boyunca yapmaya gayret ederler. Bu samimiyet sıfatının bir tecellisidir. Bir şey çok hoşuma gitmişti. Bir Hak dostu diyor ki… “İftardan evvel bir rızık gelirse ve bir başka kişi oruç tutup da ihtiyacı varsa biz bu rızkı o oruç tutan kişiye göndeririz, ama tam artık iftar vakti bir şey geldiğinde Allah oruç tuttuğumuz için bize ikram etmiştir, onu artık yeriz. İftardan evvel geleni yine infak ederiz ama tam iftar vakti geldiyse de bunu rızık olarak sayar ve bize Cenâb-ı Hakk’ın bir ikramıdır deyip kabul edip, Allah’a dua ederiz.” İnsan kendisi muhtaçken infak etmeyi düşünmesi ne kadar önemlidir. Ayetlerde de zaten hep buyurulan genişlik zamanlarında da darlık zamanlarında infak etmektir. Esas insanın darlık zamanında yaptığı infak zordur. Kendisi muhtaçken insanın bir başka muhtaca daha uzanabilmesi, elini, gönlünü, ilmini, irfanını, tebessümünü esirgememesi, kendisi ağlarken başka birisini güldürmeye, sevindirmeye çalışması ne güzeldir.
- Geçmişte merhum Sami Efendimizin ve Musa Efendimizin Ramazan ayında yakınlarında bulundunuz. Gözlemlerinizi alabilir miyiz?
Abdullah Sert: Sami Efendi Hazretleri’nin irşad mektebinde orucun, Ramazan’ın haricinde de çok ayrı bir yeri vardı. Daha doğrusu Hazret, helal ve az yemenin üzerinde çok dururlardı. Özellikle sıhhat açısından yemenin insan hayatındaki tesirinden çokça söz ederlerdi. Hiçbir sohbeti yoktu ki az yemekten bahsetmesin. Orucun ve az yemenin faydaları sanki Sami Efendi’nin 12 aylık takviminin her gününde vardı.
Bir de namaz konusundaki hassasiyetini zikretmek gerekir. Kendisi gerçekten çok ileri yaşına kadar, tahmin ediyorum 85-86 yaşlarına kadar hatimle namaz kılmışlardı. Teravih namazını hatimle kılarken de gayet tertipli kılarlardı. Öyle hemen kılalım, şu namaz bitsin değildi. Hatta bir keresinde namaz kılınan yerin zemini tahtaydı, “rükûdan secdeye giderken dizlerden ses geliyor, huzur ihlal oluyor” diye namaz arasında ikaz etmişti. Namazda insan tahtayı bile incitmemeliydi yani.
Ramazan sanki Sami Efendi Hazretlerinin etrafındakilerini yetiştiren bir mektepti. Çok zaman Ramazan’da teravihten sonra 15-20 dakika kadar kitap okuturlar, sohbet yaparlardı.
- Yaz ramazanı olduğuna göre demek ki o teravihin bitişi hele ki hatimle kılınıyorsa gece 12’yi buluyordur, değil mi efendim?
Abdullah Sert: Evet buluyordu. Bir Ramazan’da yine hatırlıyorum, Asım Köksal hocanın Asr-ı Saadet kitabından bölümler okutmuşlardı. Bütün seçtikleri kısımlarda Hazret hep bizi Rasûlullah Efendimizle buluşturmak istiyordu.
Musa Efendi Ramazan’da kendi evinde bizzat iftar verirdi. Beni davet etsinler, ben oraya gideyim değil, kendi evinde iftar veriyor. Hatta Musa Efendi merhum iftar sofrası kurulurken bizzat hizmet ederdi. Talebelerine, müritlerine, evlatlarına hizmet eden bir insan. Niye? Ramazan’ın feyzinden mahrum kalmamak için… Hani Rasûlullah Efendimiz “Ben de Allah’ın rahmetine muhtacım” derler ya… Hepimiz muhtacız, hepimiz Allah’a karşı fakiriz. Fakr, insanın Allah’a muhtaç olduğunun farkında olması demektir. Bütün peygamberler bu ifadenin içerisindedir. İnsanın muhtaçlık duygusunu kaybetmemesi çok çok önemlidir.
Musa Efendi Ramazan’da kâğıdı kalemi eline alır, bir Ramazan program yapardı. Ne kadar, nerelere yardımlar yapılacak, ne kadar iftar verilecek? Kimler bu işe katılacak? Hiç kimseye bunu açıkça ilan etmez, fakat böyle kâğıda notunu düşerdi. Yurt dışı hizmetleri vardı, infakın bir kısmı oralara gönderiliyordu. Hakikaten Ramazan’ı çok programlı bir insandı.
Ramazanların son zamanlarında Medine’de oldular. İstanbul’da olduğu zamanlarda yine bahçelerde çok huzurlu teravih namazları kılınırdı. Hatırlıyorum bir keresinde Sultanahmet Camii’ne geçelim dedi. Gittik, caminin bahçesi bile dolmuş. Yanında büyük bir torba, o torbanın içinde Medine’den aldığı belki 100’den fazla takke var. Şöyle sağına soluna baktı, dağıt bakalım bunları dedi. Bir anda bulunduğumuz bölge bembeyaz oldu. Musa Efendi zaten verme sebepleri arayan bir insandı. Gerçekten çok güzel sebepler bulurdu. Onun o anki mutluluğu da yüzünden okunurdu. Bu insan verirken ne kadar mutlu olabilir, görürdünüz.
Yine Hazret o Medine sofralarına bir düzen getirmiştir. O sofralar kendi ifadesi ile Rasûlullah Efendimizin sofrasıdır. Sanki O gelecekmiş gibi o sofrayı tanzim etmek lazımdır. Çünkü ihsan hayatın her alanında Allah’ı görüyormuş gibi yaşamaktır. Soframa Rasûlullah gelse nasıl olurdu? Buradaki hurmayı nasıl koyardım? Şuradaki zemzemi nasıl ikram ederdim? Bu insanın kendisine saygısı vardır ve bir Müslümana yakışan da hayatın bütün alanlarında her şeyi güzel yapmaktır.
- Efendim verdiğiniz bilgiler için teşekkür ediyor, Cenâb-ı Hak’tan hepimize muhterem hocamızın ifadeleriyle “bir ömrü Ramazan ruhaniyeti ile geçirip son nefes bayramına kavuşabilmeyi” nasip etmesini niyaz ediyoruz.
Abdullah Sert: Teşekkür ederim ben de… Bu vesileyle bugün güzelliklerini seyrettiğimiz insanlara hayırlı bereketli ömürler, güzelliklerini gördüğümüz büyüklerimize ise hasretle, gözyaşlarıyla yüce Rabbimizden rahmetler niyaz ederiz. Ramazan’a kavuşmuş güzel dostlarımızın da bu nimetin farkında olmalarını temenni ederiz. Bu nimet inşallah herkese mübarek olsun. Sonunda da inşallah affedilenlerden olalım.