Altınoluk Dergisi, 2020– Kasım, Sayı: 417
(Sallallâhu aleyhi ve sellem)
Peygamberler silsilesi, ilk insan Hz. Âdem’le başlar, âlemlere rahmet Hâtemü’l-Enbiya, Nebîlerin son halkası Efendimiz’le tamamlanır. İlk halkadan son halkaya bütün peygamberlerin ortak özelliklerinden öne çıkan iki husûsiyet ise SIDK ve EMÂNET’tir.
Kendisinden önceki, sayısız enbiyanın tüm güzelliklerini, örnek şahsiyetinde toplayan sevgili Efendimiz, bütün insanlığın fıtraten hayran olduğu bu iki sıfatta da ümmetine ve insanlığa en unutulmaz örneklikler bırakmıştır.
Sıdk, doğruluk, dürüstlük, istikamet, âdil olmak, din ve akıl dairesinde yürümek demektir. Öncelikle de insanın iç dünyasında yani niyetlerinde, irâdesinde, sözlerinde sonra da bunun dışa yansımasıyla bütün davranışlarda görülür.
Ömrünün 40 yılı bir câhiliyye toplumunun içinde geçen Allah Resûlü Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem risâletini tebliğ ederken öncelikle câhiliyyenin her türlü yalan, hile, haksızlık, haya ve edeb dışı davranışlarından kendisine bir toz bulaşmadığı Kureyşlilerce tescil edilmişti.
Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- insanların en doğru sözlüsü, idi. Maruz kaldığı farklı hallerde de, Allah’ın râzı olduğu en uygun mukabeleyi yapardı. Mekke’de yaşayan en azılı düşmanları bile O’nun bu nezih hâlini itiraf etmek zorunda kalmışlardı.
Sıdk, sadâkat ve sonunda sâdıklardan olabilmek çok önemli bir hayat imtihanıdır. Önce kalbin şüpheden uzak bir îmanla buluşması ile başlar, sonra mal ve can sınavlarını en güzel şekilde verebilmekle gerçek neticeye ulaşır.
“Mü’minler ancak o kimselerdir ki; Allah ve Resûlü’ne îman ettikten sonra şüpheye düşmeyip, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar (îmanlarında) sâdık olanların ta kendileridir.” (Hucurat, 15)
“Asıl birr (taat); Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaba ve peygambere îman eden, malı (nı Allah) sevgisiyle, (yahud mala olan sevgisine rağmen) akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmış misafirlere, dilenenlere, köle ve esir kurtarmaya veren; namazını dosdoğru kılan, zekatını veren (kimselerin), ahidleştikleri zaman sözlerini yerine getirenlerin, sıkıntıda ve hastalıkta ve muharebenin kızıştığı zamanlarda sabr ve metânet gösterenlerin birr (taati)dir. “İşte onlar (ancak) gerçek sâdık (îman ve amelinde dosdoğru, dürüst ve samimi) olanlardır ve de takvaya erenlerdir.” (Bakara, 177)
İnsan her şeyden önce Yüce Yaratıcısına karşı dürüst, samimi olmalıdır, zira O -celle şânuh– “gizliyi de gizliden daha gizliyi de bilmektedir.” (Tâhâ, 7) Sonra en küçük topluluk olan âile hayatında, iş hayatında, komşuluklarında ve toplum içindeki bütün ilişkilerinde kalbî ve fiîlî dürüstlük/istikamet ve sadakati en önemli bir şahsiyet özelliği olarak koruyabilmelidir.
Doğruluk ve dürüstlük olarak ifâde edilen sıdk ile birlikte anılan diğer bir kelime ise “emin”liktir. Efendimiz’in ana vasfı da; “Sâdıku’l-va’d, el-emîn”, söylediği her söz doğru ve (her hususta) kendisine güvenilen bir insan (peygamber) olmasıdır.
Câhiliyye döneminde aynı şehirde yaşayan, aynı işleri yapan müşriklerin ileri gelenleri birbirlerine güvenemedikleri için emânetlerini Allah’ın Rasûlüne bırakırlardı. O’nun risâletini tasdik etmeseler de, “emin”liğinden “emin” idiler.
Peygamberler silsilesinin “Muhammedü’l emîn”i olan Efendimiz, ümmetinin de daima bu dürüstlük, emniyet ve istikâmet üzere olmasını emretmiş ve sık sık bu hususu hatırlatarak;
“Tam anlamı ile başarmanız mümkün olmasa da siz yine dosdoğru olmaya çalışın.” (İbn-i Mâce, Tahâret) buyurarak devamlı olarak müstakim olmaya gayret etmek gerektiğini vurgulamıştır.
Süfyân b. Abdullah -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:
Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e;
— Yâ Rasûlallah!.. Bana İslâm’ı öyle anlat ki onu bir daha başkasına sormaya ihtiyacım kalmasın, dedim. Efendimiz de;
“-(Önce) Allah’a inandım de ve dosdoğru ol.” buyurdu.” (Üsve-i Hasene, I, 353-354)
Doğruluk, eminlik, özellikle toplum hayatında çok önemli bir husustur. Hz. Ömer Efendimiz’in ölçüsü ile müslümanlığımızın hassas ölçülerinden biri ticari muamelelerde hakkımızdaki şehâdetlerdir.
Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz Medine günlerinde bir gün çarşıda bir satıcının yanına vardı. Önündeki buğday yığınının içine elini daldırdı ve ıslak olduğunu hissetti, satıcıya;
“-Nedir bu diye sorduğunda, adam:
-Ey Allah’ın Rasûlü yağmur ıslattı, deyince Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
-Bu yaşlığı üstte bırakıp herkesin görmesini sağlayamaz mıydın? Bizi aldatan bizden değildir.” buyurdu.
Müslüman tâcirlerin fiili bir tebliğ olan dürüstlük ve istikametleri, Endenozya coğrafyasının İslâm’la buluşmasına bir vesile olmuştur. Hanefi mezhebimizin imamı, kendisi bizzat ticâretle meşgul olan Ebû Hanife Hazretleri’nin tarihe miras kalmış helâl ve dürüstlük hassasiyetlerine ait menkıbeleri de nesilden nesillere aktarılmaktadır. Hz. Mevlana da: “Hal ile öğüt veren, sözle öğüt verenden iyidir.” der.
Üzülerek görülüyor ki günümüzde gerek daha küçük ilişkiler ve gerekse Müslüman toplumlar arası ilişkilerde ciddi bir güven problemi yaşanmaktadır. Gıdalarda, diğer sanayi üretimlerinde yaşanan istismarlar, gerekse beşeri ilişkilerdeki güvensizlikler, öncelikle ehl-i İslâm’ın, bunun yanında bütün insanlığın Muhammedü’l-emin olan Rahmeten-lil-âlemin’in gönül iklimine ne kadar muhtâc olduğunu göstermektedir.
İnsan müsbet ve menfi ortamlardan etkilenen bir varlıktır. Kötü haller sârî olduğu gibi güzel haller de şüphesiz sârîdir. Kur’an-ı Kerim sıdk ve sadakatin muhtevâsını bize bildirirken, Allah Rasûlü bu husustaki hem örnek davranışları hem uyarıları ile mü’minlere ışık tutmaktadır. Bu minvalde bir önemli husus daha vardır ki, o da sâdıklarla beraberliktir, zira “kişi sevdiği ile beraberdir.” buyrulmaktadır.
Şüphesiz, sıdkı öğrenmek için de sâdıklarla beraber olmak gerekiyor. Bu beraberlik de sadakat ve samimiyetle devam ettikçe insan bir süreç içinde onların yanında güzel pâyelere nâil olabilecek ve nebevi ahlâktan nasibini çoğaltacaktır.