Altınoluk dergisi, 1993 – Ocak, Sayı: 83
Bir insanın kendisinden 600 sene sonraki manevi evladları ile veya kendisinden 600 sene evvelki manevi ceddiyle buluşması ve bu buluşmanın da sıcacık bir gönül iklimi içinde olması… însana ayrı bir haz veriyor. Bir tarafta sistem zoruyla dikilen taşlar vinçlerle yerinden sökülürken, bir tarafta bütün çabalara rağmen koparılamayan mazi ve istikbal bağları..(28 Eylül Pazartesi)
Bu iki şehir tarih boyunca hep beraber anılmış.. Araları 300 km., her ikisi de düz bir ovaya kurulmuş.. Bu 300 km.lik mesafede yol hep düz gidiyor, iniş çıkış yok. Semerkant’tan Buhara’ya giderken sadece iki şey görülüyor. Gözümüzün ulaşabildiği kadar sağ ve solda yeşillik, yeşilliğin bittiği yerde de mavi ufuk.. Yeşillikleri pamuk tarlaları, meyve sebze bahçeleri teşkil ediyor. Zaten eski Sovyetlerin meyve sebze ihtiyacının büyük bir bölümünü bu vadiler karşılıyormuş.
Semerkant’tan sabah 9.00 civarında özel bir otobüsle hareket edildi, ilk ziyaretgahımız yolda imam Buhari hazretleri olacak.. Büyük İmam, Semerkant’a 25 km. mesafede. Ana yoldan sağa giriliyor ve 3-5 km. gidilince de asırlardır o bölgenin manevi bekçiliğini yapan İmam Buhari külliyesine ulaşılıyor. Burada genişçe bir avlu, avlunun sağında mescid. ve mescidin sağında da Buhari hazretlerinin türbesi.. Önce türbe ziyaret ediliyor. Semarkant Başhatibi Mustafa Hoca da bizimle, geniş malumat veriyor. Bu türbe 1972 yılında tamir edilmiş.. Kabir taşında Arapça olarak Buharı hazretlerinin hal tercemesi kabartma olarak işlenmiş. Gayet muntazam ve bakımlı. Daha sonra tekrar avluya doğru geçiyoruz. Avluda büyük havuzun önünde yerden 1 m. kadar yüksekte büyükçe kare bir çardak. Kenarda yaşları hayli ilerlemiş, nurani yüzlü ihtiyarlar bir halka oluşturmuşlar. Orada bunlara “Aksakallılar” diyorlar. Sözleri, verdikleri kararlar herkes tarafından kesin bir hüküm olarak kabul ediliyor. Bu yaşlı zatların yüzlerinde İslam’ın güzelliğini hemen hissediyorsunuz. Kendileri ile selamlaşıyor, musafaha yapıyor ve dualarım istiyoruz. Az sonra caminin avlusunda Camı imamı Osman Han bizlere doğru geliyor. 30 yaşlarında bir genç olan Osman Han bizleri avlunun hemen solunda revakların altına oturtuyor. Ve bu külliye hakkında bilgi veriyor:
– Ben burada 5 senedir imamlık yapmaktayım. Şu anda bu büyük Hadis imamının gölgesinde burada 2 medresemiz var. Bin hemen şuradaki kızlar medresesi.. Bu medrese lise seviyesinde, 2 sınıf halinde (15-16) yaşlarında 60 kızımız devam ediyor. Okudukları dersler, Kıraat, Sarf-Nahiv, Hadis ve Akaid. Külliyenin dışındaki erkekler medrese-si ise henüz çok yeni, burası da lise seviyesinde ve 17-18 yaşlarında 129 erkek öğrencimiz devam ediyor.
Az sonra izinleriyle, muhterem üstazla birlikte olarak 2 kişi kızlar sınıfına giriyoruz. Son derece sevindirici, şükre vesile olacak bir manzara.. Muntazam bir sınıf, öğrencilerin hepsi bembeyaz baş örtülerim, büyük bir islami titizlikle bağlamışlar. Hatta bu yavrucakların baş örtülerinin altında-ki kıyafetleri ortanın çok altında. Bizdeki gibi yeknesak bir formaları, önlükleri yok. Ama hepsinin dikkatlice başlarına örttükleri beyaz baş örtüleri, yokluklar içindeki bu genç kızlara manevi bir zenginlik ve heybet veriyor. Gelecek için güzel ümitler müjdeliyor. Hemen hepsinin gözlerinden zeka fışkırıyor. O sırada bu öğrencilerin hepsinin önünde İbnül Hacer el-Askalani’nin tertiblediği “Münebbihat” isimli hadis kitabı var ve bu kitap Türkiye’de basılmış, imam Buharı hazretlerinin manevi gölgesinde onun tedvin ettiği hadisleri okuyup öğrenen bu genç kızlar, gelecekte orada -inşaallah-Peygamber nizaminin hayata geçirilmesi için cihad öncüleri olacaklar. Tıpkı Afra Hatunlar, Nesibe Hatunlar, Hansa Hatunlar gibi.. Girdiğimiz diğer sınıfta ise öğrencilerin hocası kendileri gibi bir hanımefendi. Esrar Hoca Hanım. Onlar da aynı islamî canlılık ve heybet içinde.
Kızlar bölümünden sonra avludan çıkıp ayrı bir binadaki erkekler medresesi ziyaret edildi. Ancak onların ihtiyaçları hayli fazla, daha henüz dershanelerin pencereleri dahi takılamamış. Medrese müdürü Süleyman Hoca bir davet erinin dış ve iç bütün özelliklerini taşıyor intibaını veriyor ve kısa zaman da -inşaallah- bütün eksikliklerin tamamlanarak daha düzenli bir eğitimin verileceğini müjdeliyor.
İmam Buhari hazretlerinin avlusunda bir de cenaze namazına katılıyoruz. Orada cenaze, namaz vaktine kadar bekletilmiyor.. Yıkama ve kefenleme işleri tamam olunca omuzlarda camiye getiriliyor ve orada cenaze namazı kılınıyor. Ancak bizim Türkiye’de olmayan farklı bir uygulamaları var. imam Efendi, cenaze, namaz için cemaatin önüne konunca, namaza başlamadan evvel soruyor:
– Ey cemaat! Peygamber efendimiz, borçlu kimsenin borcu ödenmedikçe namazına durmazlardı. Şimdi önümüzdeki bu mevta’nın eğer borcu varsa, içinizden o borca kefil olacak biri var mı ?
Cemaattan ya o “Aksakallılar” denilen yaşlılardan bir kaçı veya ölünün yakınlarından biri cemaat huzurunda “Biz borçlarına kefiliz” dedikten sonra cenaze namazı kılınıyor Gerçekten insanı kul hakkı hususunda titiz davranmaya alıştıracak bir tatbikat
Orada Mustafa Hoca, Osman Hoca ve Süleyman Hoca ile ayrı ayrı kucaklaşıyor ve vedalaşıp ayrılıyoruz.
BUHARA YOLUNDA
Şimdi önümüzde Buhara var artık Özel otobüsle, güneşlik bir havada, yemyeşil bir ovada, çok huzurlu bir yolculuk Yol boyunca bir takım köylerden ve kasabalardan geçiliyor Hepsinde yeşillik hakim. Zaten Semerkant’tan Buhara ya yeşilden başka bir şey görmek mümkün değil Öğle namazı için yol kenarında bir havuz basında mola veriliyor Orada Dizdeki gibi yollarda muntazam dinlenme tesisleri yok Benzin bulmak dahi müşkil bir iş Namaz için mola verdiğimiz bu havuz basında küçücük bir mutfakta gelen giden yolculara sadece meyve, çay ve ekmek servisi yapabilen Berire hanım, Kazan Türklerinden fakır bir koylu kadını 3-5 Ruble kazanabilmek için olanca gücüyle koşturuyor Ancak bizlerin Türkiye’den geldiğimizi öğrenince çok seviniyor Kendisiyle Türkçe anlaşıyoruz Hele cemaatla namaz kıldığımız esnada bir sandalyeye oturup, namaz sonuna kadar hiç ayrılmıyor Bizler dua için ellerimizi kaldırdığımızda o da ellerini kaldırıyor Bizimle beraber dua ediyor Bizler de kendisine 1 seccade, 1 başörtüsü veriyoruz Zavallı kadın ifade edebildiği her duayı bizler için söylüyor, ta yola kadar arkamızdan geliyor Tabu ki insanlara 70 yıl din yasak edilmiş, bilgilerini kaybetmişler, başka güzelliklerini kaybetmişler Ne var ki Türk ve müslüman olduklarını unutmamışlar. En basit bir İslamî davranışa hemen sevgiyle coşkuyla koşuyorlar.
MANEVİ İKLİMİ YUDUM YUDUM İÇMEK
Ikındı vakti Buhara’ya 25 km kala Gucduvan nahiyesine ulaşılıyor Burada “Hacegan Yolunun kol başlarından Hace Abdulhalik Gucdevani hazretleri medfun Maveraünnehir ve Horasan bölgeleri dediğimiz Ortaasya’ya Hacegan yolu, Yusuf Hemedanî’nın yetiştirdiği 2 büyük halifesi Abdulhalik Gucdevani ve Ahmed Yesevi ile girmiş Ahmed Yesevi cehrî zikri esas alırken, Hace Abdulhalik Hızır aleyhisselamın da rehberliğiyle hafî zikri düstur edinmişti Malatya’dan Buhara’ya göç eden bir ailenin çocuğu olan Gucdevani hazretlerinin, bu bölgede filizlendirdiği manevi oluşum, 973 hicri yılında Kabil’de doğan Muhammed Baki hazretlerine kadar hep Buhara ve Semerkant merkezli olarak devam etti Muhammed Bakı ile bu günkü Afganistan’a, daha sonra imam Rabbani ile bir kaç nesil Hindistan’a, Hicri 1200’lu yıllarda Mevlana Halid-i Bağdadî ile Bağdat ve Şam’a doğru uzanıp, O’nun vasıtasıyla da Anadolu’yu aydınlattı
Hace Abdulhalik oldu Arif ü Mahmud‘a Pîr
Şeyh Ali, Baba, Külal etti cihanı ruşena
Varisi Taht-ı tarikat Şah-ı Alem Nakşbend
Eyledi Hace Alaüddin’i halka pîşuva
beytinde isimleri remzedilen ve Hace Abdulhalik Gucdüvanî (Vefatı:595/1199) Hace Arif Rîvegerî (Vefatı 660/1262) Hace Mahmud İncir Fağnevi (Vefatı 717/1317) Hace Ali Ramitenî (Vefatı 721/1321) Hace Muhammed Baba Semmasî (Vefatı 755/1354) Hace Emir Kulal ve (Vefatı 772/1370) Hace Muhammed Bahauddin (vefatı 791/1389) olarak teselsül eden 7 büyük Bâtın kahramanı hepsi de Buhara civarında medfun bulunmaktalar Hayatları müddetince, ılım, irfan ve hizmet merkezi olan bu gönül erleri, ölümlerinden sonra da, etraflarında kurulan mescidler, medreselerle, tekkelerle bir teveccüh merkezi olmuşlar Aradan asırlar geçmesine rağmen etraflarındaki manevi canlılık, heyecan hemen farkediliyor Bu gün Orta Asya da yeniden yeşermeye başlayan islam filizinde bu merkezlerin manevi bir gölgesi var şüphesiz
Gucduvan büyükçe bir nahiye ve şehrin ana caddelerinden birinin üzerinde Hace Abdulhalık külliyesi bulunuyor Tarihi büyük bir kapıdan külliyeye giriliyor Bir mescid genişçe bir avlu ve şimdilerde tamirat çalışmaları yapılan tarihi medrese var Türbe kısminin etrafı muntazam çevrilmiş Ön tarafta dışı renkli çinilerle kaplı bir makberde, Gucduvani hazretlerinin annesi medfun ve onun tam ayak uçunda da oğlu Abdulhalık Gucdüvanî, “Cennet anaların ayağı altındadır” hadisim hatırlatan bir tertib ve düzen Orada hem ıkındı namazı kılınıyor hem de bu büyük zata Fatihalar okuyoruz Buhara’ya yaklaştıkça iç dünyamızda bir farklılık hissediyoruz Zira bundan sonraki ziyaretlerimizin büyük kısmını bu mana erleri oluşturuyor ikindiden sonra, Gucduvan’dan hareketle, aksama yakın Buhara’ya ulaşıldı
Buhara (29 Eylül Salı)
Buhara da tıpkı Semerkant ve Taşkent gibi düz bir arazide, şehrin caddeleri düzgün ve oldukça geniş Caddelerin etrafı genellikle ağaçlık Şehrin merkezî nüfusu 250 000 civarında ilgililerin verdikleri bilgiye göre merkezde halen 7 cami ve 20 kadar da mahalle mescidi bulunuyor Otelden, üst katlardan şehri seyrettiğimizde, burasının tarihi bir şehir olduğu görülüyor Buhara Kalesi, muhtelif medrese ve camiler şehre imzalarını atmışlar
İlk gece otelde istirahat ettikten sonra sabah Buhara’nın tarih boyunca ve bugün en önemli ilim merkezi olan Mir Arab Medresesi ziyaret edildi Medrese müdürü Salahaddin Şerif Taşkendî 31 yaşında genç bir ılım adamı 2 yıldır burada müdür olarak çalışıyor. Bizlere hem dunu hem bugünü aydınlatacak genişçe bir bilgi verdiler Özetle
– Bu medrese 16 yüzyıl başlarında tesis edilmiştir Banisi “Mir arab” lakablı Abdullah el- Yemeni’dır Bu zat da Semerkant ta medfun bulunan büyük veli, Hace Ubeydullah Ahrar hazretlerinin hem müridi hem de talebesidir Yapıldığı tarihten 1930 yılına kadar islam aleminin ilim merkezlerinden biri olarak hizmet vermiştir 1930 yılında Ruslar tarafından kapatıldı Aradan 15 yıl geçtikten sonra, 1945’de Maveraünnehir müslümanları Dini idaresi’nin kurulmasına müsaade edildi Bu müsaade ile birlikte bu medresede yeniden açıldı Ancak talebe adedi 40-50 yi geçmemek şartıyla Ama şu anda elhamdülillah 550 talebemiz var 30 kadar da hocamız Burada lise seviyesinde bir dini eğitim veriliyor Medrese müddeti 5 sene. İlk öğretim 8 sene olduğu için 15 yaşından itibaren öğrenci alınıyor Bu 5 senede 5 cüz ezberleme mecburiyeti var Tefsir Hadis, Fıkıh, Sarf-Nahiv okuyorlar Burada yatıp kalkıyorlar Masrafları Taşkent’teki Dini idare tarafından karşılanıyor
Komünist idare bu medreseyi göstermelik olarak 1945 de açmış Belki de kendilerine göre din adamı yetiştirmek için Ancak bütün bu kötü planlara rağmen orada Kur’an ve Hadis’le başbaşa kalan öğrenciler, İslamî bir kafa yapısına kavuşmuşlar Rejimin baskısı sebebiyle İslamî bir harekete yönetememişler Ancak bu baskı biter bitmez de doğru bir anlayışla İslamiyeti anlatıyorlar Bizlerin Taşkent ve Semerkant ta gördüğümüz, başka arkadaşlarımızın Kazakistan Kırım ve Azerbaycan’da tanıdığı çoğunluğu genç samimi hizmet ehli çoğunlukla bu medreseden yetişmiş Tabi şimdilerde bu medreseye ve onu idare eden zatlara çok daha büyük sorumluluklar düşüyor
Salahaddin Hoca az sonra bizleri bir başka genç Hoca ile tanıştırıyor ve ekliyor
– Bu zat Buhara’nın müverrihi (tarihçisi)dır Size burası ile ilgili her bilgiyi verecek ve bugün gezeceğiniz yerler için size rehberlik yapacaktır Kendileri Buhara’nın aynı zamanda Başhatibidir ismi Abdülgafur Efendi’dır
Gerçekten Abdülgafur Efendi 40 yaşlarında geniş tarih kültürüne sahip bir insan Buhara ve civarını adım adım biliyor Hemen cebinden bir kalem çıkarıp defterimize bir kroki çiziyor isimlerim ve aralarındaki mesafeleri yazıyor Adeta bize bir ziyaret haritası çıkarıyor Onun programına göre öğleye kadar
– Muhammed Bahaüddin (Kuddise sirruh)
– Muhammed Emir Külâl Hazretlerini öğleden sonra da silsiledeki sıraya uyarak
– Arif Rîvegerî
– Mahmud incir Fağnevî
– Ali Ramitenî ve
– Baba Semmâsi hazretleri ziyaret edilecek ve Abdülgafur Hoca rehberimiz olarak yola çıkılıyor
BÜYÜK İMAMIN HUZURUNDA
Önce Buhara ya 15 km mesafede Kasr-ı Arifan denilen mahalde Hace Bahauddin hazretlerinin annesi ziyaret ediliyor Daha sonra da şer-i şerife tam bağlanmayı, Sünnete uymayı, azimetle amel etmeyi, hizmeti tercih etmeyi, sohbete devam etmeyi ve züll ü inkisar ile gönlü Hakk’a bağlamayı ve zikr-i hafi (sessiz zikr)i Yolun esası olarak koyup asırlara ve nesillere bu yolda rehber olan Büyük imamı ziyaret ediyoruz
Ana kapıdan girilince, büyükçe bir bahçeye giriliyor Solda hücreler var Daha sonra yine solda ahşab bir mescid Mescidin yanında kuyu. Kuyu geçildikten sonra mescidin kıble tarafından, önden geçilerek, mescidin sol tarafındaki 2 avluya geçiliyor Avluda da Hace hazretlerinin kabri Hepimiz büyük bir huzur içinde ziyaretimizi yapıyoruz Arkadaşlarımızın bir kısmı bizzat kendileri, bir kısminin da yakınları Hace Bahauddin hazretleri için Kur’an hatmi hazırlamışlar. Onların da hatim duaları bu huzurda yapılacak ve Türbenin az ilerisinde yerden 30-40 cm. yüksekte sete hep beraber oturuyor ve hatim duaları yapılıyor. Bir insanın kendisinden 600 sene sonraki manevi evladları ile veya kendisinden 600 sene evvelki manevi ceddiyle buluşması ve bu buluşmanın da sıcacık bir gönül iklimi içinde olması… İnsana ayrı bir haz veriyor. Bir tarafta sistem zoruyla dikilen taşlar vinçlerle yerinden sökülürken, bir tarafta bütün çabalara rağmen koparılamayan mazi ve istikbal bağları… Tabii ki o yüce huzurda hepimizden en farklı olan da, o huzura en yakın olan Muhterem Üstaz.. Göz ucuyla simalarına bakmak istiyoruz. Ama gücümüz yetmiyor..
Ziyaret tamamlanıp tekrar mescide dönülüyor… Mescidin yanındaki kuyudan su içip kuşluk namazlarını bu mescidde eda ediyoruz. Mescidden ayrılmadan sol duvardaki pencereden tekrar Hace Bahaüddin hazretlerinin istirahatgahına yöneliyoruz ve aynı huzura tekrar erebilmek duasıyla ayrılıyoruz.
Bu külliye yakın gelecekte Buhara’nın büyük cazibe merkezlerinden biri olacak gibi görünüyor. Büyük bir yenileme çalışmaları var. Bir taraftan mescidin önündeki büyük medrese, bir taraftan mescidin solundaki revaklar ve külliyenin avlusu duvarları hepsi yenileniyor, tamir ediliyor.
Emir Külal’in Huzurunda
Kasr-ı Arifan’dan 5 km. ötede, Hace Bahaüddin (ks)’nin mürşidi Hace Emir Külal bulunuyor. Büyük bir meyve bahçesinin içinde hayli küçük bir mescid, ve mescidin kıble tarafındaki kabirlerin içinde hazretin kabri. Ziyaret yapılıp, öğle namazım da burada kılıyoruz. Bahçeden hayli ayva toplanmış. Mescid kenarına yığılmış, gelen ziyaretçilere ikram ediliyor. Bizler de teberrüken ikişer üçer alıyor ve otelde çantalarımıza yerleştiriyoruz. Buhara’dan Türkiye’ye getirdiğimiz en değerli hediyye işte bu Emir Külal bahçesinin ayvaları..
Hace Arif Rîvegerî’nin Huzurunda
Öğleden sonraki ziyaret programında, önce Buhara’ya 40 km. mesafede, Satirkan nahiyesinde bulunan Hace Arif Rîvegerî (k.s) ziyaret ediliyor. Burası 60.000 nüfuslu bir belde. Etrafı meyveliklerle çevrili bir mahal. Genişçe bir avluda, kabrin basında Rusça olarak “Hace Arif-i Mah-i Taban makbereleri” yazıyor. Kabrin hemen önünde de bizdeki dış cemaat mahalli şeklinde mihrablı bir mescid.. Kıble tarafı kapalı, arkası açık… Sağ duvarda farsça kitabe var. Bu kitabede Rîvegerî hazretlerinin vefatına ve bu mahallin tamirine tarih düşülmüş. Avlunun kenarında çok miktarda tuğla yığılmış. Sorduğumuzda buraya büyükçe bir mescid bina edileceği müjdesini verdiler.
Mahmud Fağnevî’nin Huzurunda
Arif Rîvegerî Mescidine 15 km. mesafade de, 100 haneli İncirbağ köyü bulunuyor. Yol boyunca pamuk tarlalarının arasından geçilip Mahmud İncir Fağnevî mescidine ulaşılıyor. Bu mescid de üzüm bağlarının arasında. Yine caminin hadimleri ortaya üzümler koymuşlar, gelen ziyaretçilere pide ile birlikte ikram ediyorlar. Bizler önce, mescidin sağındaki küçük dere üzerine kurulmuş, tuğla bir köprüden, ağaç yaprakları arasından başlarımızı eğip geçerek hemen oracıktaki Hace Mahmud incir Fağnevî hazretlerinin kabrini ziyaret ediyor, daha sonra dönüp mescidde ikindi namazlarını kılıyoruz. Bu yeşillikler arasında, bu ulvî huzurlarda tadılan maddi ve manevi hazlar unutulacak gibi değil
Ali Ramitenî Huzurunda
İncirbağ köyünden 40 km ötede Ramiten kasabası var 70 000 nüfuslu 10 mescidli bir şehir Oraya ancak akşam namazına yetişebiliyoruz Hz Ömer Camii diye isimlendirilen mescidde akşam namazları kılınıp şehrin dışındaki Ali Ramitenî (k s) ziyaret edilecek Ancak ortalık da iyice karardı Rehberimiz Abdulgafur hoca gerçi yolu tarif ediyor ne var ki şehrin dışına çıkılınca bir müddet sonra yollar hayli çoğaldı Ortalık tam karanlık Yoldan gelen geçen yok Rehberimizde de tereddütler başladı Hayli gidildikten sonra ancak bir ışık görebildik Bu, tarladan dönen bir traktör du Rehberimiz aşağıya indi kendi aralarında biraz konuştular Adamcağız hemen minibüsümüze bindi Bu arkadaşlarımızın unutamıyacağı Tacik asıllı Şadı Tillo büyük bir şevkle bizlere rehber olmuştu Bizler bu karanlıkta nasıl yol bulunur derken, Abdulgafur Efendi durumu TASARRUF kelimesiyle izah ediyordu Gerçekten bir tasarruf ol muştu Ama ziyaret edilecek büyüklerin, ama ziyaret ede çek Büyüğün, biz öyle veya böyle bu tasarrufun gölgesinde akşam karanlığında küçük bir tepede düzgün ve bakımlı bir makberede sağında ve solunda birer oğlu arasında medfun Ali Ramitenî (ks) hazretlerini ziyaret edebilmiştik
Baba Semmasî’nın huzurunda
Tacik Şadı Efendi bizleri artık bırakmıyor Alı Ramitenî (ks )’dan 5 km ötedeki O nün müridi Muhammed Baba Semmasi’yi de ziyaret ettirmek istiyor Gerçekten az sonra bir takım toprak yollardan geçip el feneri ile kabristanın kapısını açarak, Baba Semmasi hazretleri de ziyaret edildi
Şadı Efendi, minibüsün içinde konuşuyor, bizlerden ısrarla dua istiyor, evinde bizleri misafir etmek için de adeta yalvarıyordu Hem tattığımız manevi huzur, hem gördüğü muz bu misafirperverlik ve alaka hepimizi tam inbisat (genişlik ve neş’e haline) ulaştırmıştı
Bizler Şadı Efendi ile vedalaşıp geç vakit Buhara ya otelimize dönerken gün boyu hayatımızın müstesna günlerin den birini yaşamanın hazzı içindeydik
30 Eylül Çarşamba günü tekrar Taşkent e donulmuş Perşembe günü de Taşkent’te “Ma’hed” denilen Yüksek okul ziyaret edilmişti Bu yüksekokul, Semerkant, Buhara ve diğer merkezlerdeki “medrese” mezunlarım alıyor 1971 yılında 50 öğrenciyi geçmemek üzere izin verilmiş ve açılmış Ancak şimdi 500 öğrencisi var Ve yüksek tahsil yapan bu öğrenciler ülkenin diğer merkezlerinde müderris oluyorlar Mabedin genç bir müdürü var ve büyük bir gayret içinde Özbekistan’dakı son günümüz Cuma namazı ile bitiyordu Dini idarenin de bulunduğu “Tilla Şeyh” mescidinde cuma namazını kılıp, İstanbul’a dönüldü
Özbekistan, maddi şartlarıyla, coğrafyası ile, tarihi kültür mirası ile zengin bir ülke Bu zenginlik ne yazık ki 70 yıllık bir esaretten henüz kurtulma gayretleri içinde içlerindeki manevi gücü henüz yitirmediklerini gördük inşaallah kaybetmedikleri o manevi güç, sahib oldukları büyük tarihi miras onlara uzanacak dost ve kardeş ellerin maddi ve fikrî yardımlarıyla, bu kadim islam diyarı yeniden İslamca yaşanan bir müslüman diyarı olacaktır Gayret müslümanlardan, Tevfîk Yüce Allah’tan…